Kategoriler

Birinin Gıdası Diğerinin Zehiridir

BİRİNİN GIDASI DİĞERİNİN ZEHİRİDİR
Yazan: Dr Natasha Campbell-McBride

www.Doctor-Natasha.com web-sitesinde yayınlanmıştır. 

Hepimiz birbirimizden farklıyız, her birimiz eşi benzeri olmayan birer bireyiz. Bu yüzden, ‘her soruna uyan tek bir çözüm’ her zaman için işe yaramaz. Bundan dolayı bu kadar çok ve birbirinden farklı diyet öneriliyor: yüksek karbonhidrat / düşük karbonhidrat, yüksek yağ / düşük yağ, yüksek protein / düşük protein, tamamen çiğ / tamamen pişmiş, vs. vs.; ilginç olanı ise her diyetin bazı kişilere uyarken, başka kişilere uymamasıdır. Peki, bunun sebebi ne? Çünkü ‘tango iki kişilik bir danstır', yani çok önemli bir faktörü, ‘besini kimin yediğini’ göz önünde bulundurmadan kötü besin veya iyi besin diye bir şeyden bahsetmek doğru olmaz. Yalnızca kimin yediği değil, aynı zamanda bu kişinin nasıl bir durumda olduğu da dikkate alınmalıdır. 

Bunu daha detaylı bir şekilde ele almaya çalışalım. 

Hepimiz farklı bir kalıtıma ve bünyeye sahibiz. Atalarınız Vikingler veya Eskimolarsa, genellikle bolca balık, et ve yağ tüketmeniz gerekecektir Ancak, atalarınız Akdeniz kültüründen veya dünyanın tropik bir bölgesinden geliyorsa, muhtemelen diyetinizde daha fazla karbonhidrata ihtiyaç duyarsınız. Antik Çin ve Ayurveda tıbbı insanların farklı bünye türlerini sınıflandırmaya çalışır ve farklı bünyeler çok farklı yaklaşımlar gerektirdiğinden bu bilgi olmadan diyeti veya bitkileri uygulamayı düşünmez. 

Hayatlarımız boyunca, vücutlarımız anabolik / katabolik döngülerden geçer, diğer bir deyişle kendini yapılandırma ve temizleme döngüleri yaşar. Günlük bir yapılandırma / temizleme döngüsü vardır, mevsimlik bir yapılandırma / temizleme döngüsü vardır, ‘gerektiği durumlarda’ yapılandırma / temizleme döngüsü herhangi bir zaman gerçekleşebilir. Vücudunuz kendini yapılandırmak için farklı besin maddelerine ihtiyaç duyarken, kendini temizlemek için bambaşka besin maddelerine ihtiyaç duyar (hayvan kaynaklı besinler vücudunuzu yapılandırırken, bitki kaynaklı besinler genellikle vücudunuz temizler). Hayatınızın her anında neye ihtiyacınız olduğunu yalnızca vücudunuz bilir. 

Vücudunuzun yaptığı işe, yılın hangi mevsiminde olduğunuza, hava durumuna ve yaşadığınız stres seviyesine bağlı olarak, vücudunuz glükoz kullanarak veya yağ kullanarak farklı enerji üretim şekilleri arasında geçiş yapar. Yalnızca vücudunuz herhangi bir anda neyin uygun olduğunu bilir ve farklı enerji üretim şekilleri için çok farklı besin maddelerine ihtiyaç duyar.

Hepimizin vücudunun kalp atışı, kan dolaşımı, bizi besleyen sindirim sistemimiz gibi ‘otopilot’ fonksiyonlardan sorumlu bir otonom sinir sistemi vardır:kalp atışınız için, kan dolaşımınız için, sizi besleyen sindirim sisteminiz için vs. Otonom sinir sistemi iki daldan oluşur: sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir sistemi. Bu iki sistem genellikle birbirinin aksine çalışır ve vücudun her fonksiyonunda çok kompleks bir denge sağlar. 

Yine, sayısız faktöre bağlı olarak (günlük aktivite ve uyku döngüsü, mevsim, hava durumu, stres, enfeksiyon, beslenme/temizlenme, o an yaptığınız meslek vs.), ‘sempatik dominant’ durum ile 'parasempatik dominant' durum arasında geçiş yaparız. Bu geçiş günde birkaç defa, birkaç günde bir ve her mevsimde yaşanabilir ve farklı yaş gruplarında farklı şekillerde yaşanır. Önemli olan bu iki sinir sistemi dalının beslenme için farklı besin maddelerine ihtiyaç duymasıdır: biri et ve yağı severken diğeri daha fazla karbonhidrata ihtiyaç duyar. Yalnızca vücudunuz hayatınızın belli bir anında ne kadar proteine/yağa/karbonhidrata ihtiyaç duyduğunu bilir; hiçbir laboratuar veya bilim adamı bunu sizin için hesaplayamaz. 

Ayrıca, vücudunuzda gün boyunca bir çok faktöre bağlı olarak sürekli değişen asit/alkali dengesi vardır Beslenme çevrelerinde ‘asit olmak kötüdür’, hepimizin daima alkali olmaya çalışması gerekir şeklinde bir şehir efsanesi vardır. Farklı besinler ‘alkalileştiren’ (örneğin meyve veya sebze) veya ‘asitleştiren’ (örneğin tahıl ve et) besinler olarak sınıflandırılmıştır. Bu basit anlamıyla doğru değildir. Vücudunuz çoğu günlük döngüye, mevsime, hava durumuna ve aktivitenize göre değişen otonom sinir sistemi aktivitesi, o anki enerji üretim şekli, o anki hormon profili, solunum, böbrek fonksiyonu gibi birçok faktöre bağlı olarak sürekli bir şekilde alkali durumdan asit duruma geçiş yapar. Tüm bu faktörlere bağlı olarak, örneğin ‘alkalileştiren’ bir besin olarak görülen bir elma vücudunuzu asitleştirebilir, keza ‘asitleştiren’ olarak görülen bir parça et vücudunuzu alkalileştirebilir. Hayatınızın herhangi bir anında besinleri nasıl kullanacağını yalnızca vücudunuz bilir; bu imkansız derecede karmaşık hesaplamaları yapacak içsel zekaya yalnızca vücudunuz sahiptir. 

Bu yetmezmiş gibi, bir de yine birçok faktöre bağlı olarak sürekli bir şekilde değişen su ve elektrolit dengesi vardır Ana akım tıp tuzu ‘bela’ olarak görür ve tuz tüketimini azaltmayı tavsiye eder. Diğer tüm işlenmiş besinlerde olduğu gibi işlenmiş tuz da tüketilmemelidir (bunlar insan psikolojisi için doğal olmayan şeylerdir ve bunlara ‘besin’ dememek gerekir). Ancak, doğal işlenmemiş tuz (örneğin kristal Himalaya tuzu ve Kelt tuzu) 90’dan fazla mineral içerir ve bizim için faydalı olmakla kalmayıp, vücutlarımızın doğru su/elektrolit dengesini koruması için olmazsa olmazdır. Ayrıca, her gün bolca su içmemiz gerektiği şeklinde bir şehir efsanesi söz konusudur ve hatta günlük olarak içilmesi gereken litre bakımından beslenme literatüründe farklı miktarlar verilmiştir. Vücudunuzun elektrolitleri azaldıysa ve su yerine tuza ihtiyacı varsa, bu tavsiyeyi körü körüne uygulamak sizi sıkıntıya düşürebilir. Ne kadar zeki olursak olalım, herhangi bir anda ne kadar tuz veya su tüketmemiz gerektiğini hesaplayamayız: bunu yalnızca vücudumuz bilebilir, bunlara ihtiyaç duyduğunda bize çok farklı şekillerde bunu anlatır – susuzluk hissederiz, tuzlu bir şeyler veya doğru mineral bileşimine sahip belli bir yemeği isteriz. Hata yapmayın, vücudunuz bu evrende bulunan besinlerin besin bileşimini bilir. 

Sabah saat 8’de, öğleden sonra 1’de veya akşam 6’da ya da bu saat dilimleri arasında ne yemeniz gerektiğini hiçbir laboratuarın, hiçbir zeki doktorun veya bilim adamının veya hiçbir kitabın hesaplamayacağını söyleyecek çok az doktor vardır. Besin ihtiyaçlarınız her dakika, her saat ve her gün değiştiğinden, vücudunuz belli bir anda neye ihtiyacı olduğunu çözecek mükemmel bir zekaya sahiptir. 

Peki, ne yapmamız lazım? Kendimizi düzgün bir şekilde nasıl besleyebiliriz? Cevap şöyle:vücudunuzun içsel zekasıyla tekrar temas kurun. Şöyle düşünün: Vücudunuz şu an çok fazla proteine + çok fazla yağa + çok fazla karbonhidrata + çok fazla B12 vitaminine + çok fazla C vitaminine ihtiyaç duysaydı, bu besinlere ihtiyaç duyduğunu size nasıl belli ederdi? Vücudunuzun tüm bu bilgileri size iletme yöntemi olsaydı dahi, bu besin karışımını nasıl sağlardınız? Tüm bu faktörleri nasıl hesaplayacaksınız ve doğru miktarları nasıl sağlayacaksınız? Doğa ana çok nazik ve bizden çok karmaşık şeyler yapmamızı da istemiyor. Bunun yerine belli bir besin için bize KOKLAMA, TAT ALMA ve ARZU ETME duyularını ve bunu yedikten sonra da TATMİN OLMA duyusunu vermiş. Yani, vücudunuz belli bir besin karışımına ihtiyaç duyduğunda, bu doğru karışımı içeren belli bir yemeği arzu etmenizi sağlar, bu yemeğin kokusu size harika gelir, tadı mükemmel gelir, yedikten sonra da tatmin olmuş hissedersiniz. Ancak, bir iki saat içerisinde vücudunuzun ihtiyaçları değişir ve bu yemek size artık cazip gelmemeye başlar, bunun yerine hayatınızdaki o an için size beslenme anlamında doğru bir şekilde hizmet edecek başka bir yemeği arzulamaya başlarsınız. 

Bu nedenle, vücutlarımıza doğru besinle uygun bir şekilde hizmet etmenin yolu duyularımızla temas halinde olmaktan geçer. 

Bunu biraz daha düşünelim. Belli Bir Yemeği Arzulama

‘Arzulama’ ifadesi yüzyıllar süren dini ve siyasi koşullandırmadan dolayı çoğu insan için olumsuz bir hissiyata sahiptir. Arzulamak ‘karşı koymamız’ gereken ve ‘boyun eğmememiz’ gereken bir şey olarak görülür. Ancak, belli bir yemeği arzulama vücudumuzun o an için besin açısından neye ihtiyacı olduğunu anlatma şeklidir. Bu yüzden acıktığınızda, durup düşünün: ‘Şu anda ne yemeyi arzuluyorum? Şu an bana en cazip gelen yemek hangisi?” Okuduğunuz tüm kitapları unutun, günün belli bir anında ne yemeniz gerektiğini söyleyen beslenme mavralarını unutun, sadece bu soruyu kendinize sorun. Cevap hemen gelecektir, hangi yemek ağzınızı sulandırıyorsa, vücudunuzun bu yemeğe ihtiyacı var demektir. Arzunuza saygı duyun! Arzu vücudunuzun sizinle konuşan, sağlıklı, enerjik ve mutlu kalmak için neye ihtiyacı olduğunu size belli eden içsel zekasıdır. Her yemek yiyişinizde arzunuza kulak verirseniz, bu yemeği güzelce sindirebilirsiniz ve doğru zamanda, yani tam da vücudunuzun istediği anda yemek yediğiniz için bunun size yalnızca faydası olacaktır. 

Fakat bir sorun var:modern ticaret dünyasında insanların yemek arzularının işlenmiş besinlerde bulunan bağımlılık yapıcı ve lezzeti değiştirici kimyasallarla manipüle edilmesidir. Evet, çoğu işlenmiş sözüm ona yemek denilen şey özellikle bağımlılık yaratması için konulmuş kimyasallar içerir. Arzunuzu dinlemek yalnızca doğal besinler için, yani Doğa Ananın tasarladığı besinler için geçerlidir. İşlenmiş besinleri yemeyi bırakın, normal yemek arzulama duyunuz geri dönecektir. 

Koku Alma Duyusu

Hiç hayvanları gözlemlediniz mi? Koklamadan hiçbir şeyi ağızlarına koymazlar. Neden? Çünkü yaban hayvanlar içgüdüleriyle, yani içsel zekalarıyla tamamen temas halindedirler. Koku alma duyusu vücudunuza besinle ilgili birçok bilgi sunar: yemesi güvenli midir, kimyasallar veya mikroplarla kirlenmiş midir, taze midir ve en önemlisi o an için vücudunuzun ihtiyaç duyduğu şeylere uygun mudur? Bu yüzden, ağzınıza bir şey koymadan önce, koklayın: o an sizin için doğru besinse, kokusu size çok cazip gelecektir. Doğru besin değilse, kokusu itici gelecektir. Koku alma duyunuza saygı gösterin ve kulak verin. 

Fakat problem şudur:modern dünyamızda çoğu insanın sentetik parfümleri kullana kullana koku alma duyularının zarar görmüş olmasıdır. Çamaşır deterjanı, ev temizleme kimyasalları, oda parfümleri ve parfümler burnunuzdaki koku alma reseptörlerini (olfaktor reseptörleri) tıkar. Burnunuzda belli sayıda koku alma reseptörü vardır; bir kimyasal bu reseptörleri tıkadıktan sonra, bu kimyasaldan gelen yeni moleküller tutunacak yer bulamaz, dolayısıyla artık koku alamazsınız. Hepimiz parfüm fabrikası gibi kokan insanlarla karşılaşmışızdır, ancak kokusunu alamadıklarından, burunlarındaki koku reseptörleri bu kimyasalla tıkandığından kendilerine ne kadar aşırı parfüm sıktıklarını fark edemezler. 

Aynı şey çamaşır deterjanları için de geçerlidir, deterjanın hoş olmayan kokusunu ortadan kaldırmak için çok güçlü parfümler kullanırlar. Düzenli olarak bu deterjanları kullanan kişiler, elbiseleri, havluları ve çarşafları sayesinde bu kokuya çok fazla maruz kaldıkları için artık bu kokuyu alamazlar. Çamaşır deterjanı burunlarındaki koku reseptörlerini tıkadığı için, bu kişiler yemeklerin kokusunu da düzgün bir şekilde alamazlar. Koku alma duyunuzu eski haline getirmek için, kokulu/parfümlü tüm kimyasalları bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırın: çamaşır deterjanınızı kokusuz doğal bir deterjanlar değiştirin, parfüm, kokulu kişisel bakım ürünleri veya oda parfümü kullanmayın. Birkaç hafta içerisinde, koku reseptörleriniz kendilerini temizleyecek ve koku alma duyunuz geri dönecektir. 

Tat Alma Duyusu

Yemek yaşamın en büyük zevklerinden biridir, öyle de olması gerekir! Yemekten keyif almıyorsanız, doğru yemeği seçmemişsiniz demektir (ne kadar ‘sağlıklı’ olursa olsun)! Bu yüzden, tat alma duyunuzu dinleyin ve bu duyunuza saygı duyun! Vücudunuzun içsel zekasıyla bilinçli zihniniz arasındaki iletişim kanallarından biri olduğu için tat alma duyusu arkadaşınızdır. Vücudunuz belli bir besin karışımına ihtiyaç duyduğunu size başka nasıl anlatabilir ve bu besin karışımını yemek şeklinde tüketirken aynı anda nasıl büyük bir keyif duyabilirsiniz? 

Fakat problem şudur:çoğu kişinin işlenmiş besinleri düzenli bir şekilde tükettikleri için tat alma duyularının değişmiş veya körelmiş olmasıdır. Çoğu işlenmiş besin ‘yemeğe’ kasten eklenmiş tat değiştiren kimyasallar içerir. Bu kimyasallar yalnızca zehirli değildir, aynı zamanda tat alma algınızı uzun bir süre değiştirebilir, bu nedenle tat alma duyunuzu normale döndürmek için işlenmiş besinleri tüketmeyi bırakmanız son derece önemlidir. 

Birçok beslenme bozukluğu da tat alma duyunuzu değiştirebilir (çinko eksikliğinin tat alma duyusunu değiştirdiği bilinir). Doğal besin değeri yüksek bir beslenme şekli benimsediğinizde, beslenme bozuklukları azalmaya başlar, tat alma duyunuz geri döner. Ağzınızdaki toksinler de tat alma duyunuzu değiştirebilir. Dişlerinizi diş macunu yerine soğuk sıkım zeytinyağı ile (veya başka bir soğuk sıkım yağ ile) fırçalamaya çalışın. Bu Ayurveda yönteminin ağızdaki toksinleri gidermede başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Ağzınızdaki çoğu diş materyali ağzınızı toksik hale getirip, tat alma duyunuzu değiştirebileceğinden bütüncül bir diş hekimi ile çalışmak önemlidir. 

Yemek Yedikten Sonra Tatmin Olma Duygusu

O an için vücudunuzun beslenme ihtiyaçlarına uygun bir yemek yediyseniz, tamamen tatmin olmuş hissedersiniz. Başka bir şeyi canınız istemez, hayatınızdaki diğer şeylere odaklanmanızı ve yemeği bir süre unutmanızı sağlayacak bir tatmin olma duygusu yaşarsınız.Fazla yememeniz de çok önemli, ‘tıkanmış’ hissetmemeniz gerekir. Ancak yemekten keyif alma duyunuzu dinlerseniz, yemek keyifsiz bir hale gelir gelmez yemeği bırakacağınız için fazla yemezsiniz. Keyif almanız / keyif almamanız vücudunuzun ihtiyaçlarını size belli etmek için verdiği sinyallerdir. Vücudunuz yediğiniz yemekten besin maddesi almaya ihtiyaç duydukça keyif alma duyunuz devam edecektir; vücudunuz bu besin maddelerinden yeterince alır alma, yemek size keyif vermemeye başlayacaktır. 

Kararsız kan şekeri seviyesinden dolayı GAPS hastaları arasında tatlı yiyecekler isteme yaygın olarak görülür. Kan şekerini normale döndürmek vakit alır, bununla başa çıkmanın en etkili yöntemi başta hayvan kaynaklı yağlar olmak üzere yağ tüketiminizi artırmaktır (tabi ki keyif alma bölgeniz dahilinde). 

Bu nedenle, yemeklerinizde bolca hayvan kaynaklı yağ tüketin. Öğünler arasında kan şekerinizi sabit bir düzeyde tutabilmek için, tatlandırıcı olarak biraz işlenmemiş bal ile işlenmemiş tereyağını (veya hindistan cevizi yağını) karıştırın, yanınızda taşıyabileceğiniz bir cam kavanoza koyun, gün boyunca 20-30 dakikada birkaç kaşık dolusu yiyin. Bu önlem tedavinin ilk aşamalarında çok yardımcı olabilir. Kan şekeri düzenlemeniz GAPS Beslenme Programını kullandıkça normale dönecek, aşama aşama tereyağı/bal karışımın yemeyi azaltacak ve bir noktadan sonra bırakacaksınız. 

Gaps Diyetindeyken Bu Bilgiyi Nasıl Uygularız? 

GAPS Diyeti sabit değildir, kendi vücudunuza göre, kendi günlük ihtiyaçlarınıza göre bu diyeti uyarlamanız gerekir. GAPS diyeti size tüketebileceğiniz besinlerin listesini verir. Bu farklı besinleri ne zaman tüketeceğiniz ve ne kadar tüketeceğiniz size bağlıdır. Vücudunuzun size arzulama, koku alma, tat alma ve tatmin olma duyularıyla ilettiği ihtiyaçlara kulak verin. Örneğin, bir gün kahvaltıda canınız elma isteyebilir, ancak bir sonraki gün yumurta, pastırma, sosis ve salatadan oluşan büyük bir kahvaltı yapmak isteyebilirsiniz. Örneğin, birinci gün et suyu içmek ve pişmiş tavuk yemek hoşunuza gidebilir, ancak sonraki gün et veya et suyunu canınız hiç istemeyebilir ve sebze ve yoğurt yemek isteyebilirsiniz. Vücudunuz her bir öğünde ne kadar protein, yağ ve karbonhidrata ihtiyaç duyduğunu size belli edecektir. Nasıl mı? Belli yemekleri arzulayarak; bu nedenle ailecek yemeğe oturduğunuzda o an için canınız ne istiyorsa yalnızca istediklerinizi yiyin ve ne kadar istiyorsanız o kadar yiyin. 

GAPS Diyetini – Giriş Diyetini veya Tam GAPS Diyetini uygularken vücudunuzun arzularını dinlemeniz son derece önemlidir. Arzularınız Giriş Diyetinin aşamalarından ne kadar hızlı geçmeniz gerektiğini size belli edecektir. Vücudunuzun o an ihtiyacı olduğu için ve sizin de vücudunuzun ihtiyaçlarına saygı duymanız gerektiği için belli bir aşamada izin verilmeyen bir şeyi yemek zorunda kalmanız mümkün olabilir. Benzersiz olduğunuzu unutmayın, kimse sizin için doğru yiyecekleri söyleyemez. Diyelim ki, belli bir aşamaya kadar GAPS Giriş Diyetini uyguladınız, ancak bir gün canınız çiğ domates istedi (plana dahil olmayan domatesleri), bu arzunuza kulak verin! Vücudunuz o an ihtiyaç duyduğu besin maddelerini size belli edecektir, o an çiğ domates vücudunuzun ihtiyaçlarını karşılayabilir. Vücudunuzun bu ihtiyacını inkar ederseniz, sıkıntıya düşebilirsiniz: Elektrolit dengeniz bozulabilir veya hormonlarınız iyi çalışmayabilir veya başka bir sıkıntı çıkabilir. Evet, domates yiyerek diyetinizde “kaçamak yapmış” olursunuz, ancak vücudunuzun bu ihtiyacını karşıladıktan sonra programınıza devam edebilirsiniz. Her gelişmede iki adım ileri bir adım geri gitmek zorunda kalırsınız, bu durumda iyileşme kaçınılmaz olarak gerçekleşir. Bu yüzden, vücudunuz gerçekten bunu istediyse kimi zaman diyetinizde ‘kaçamak yapmaktan’ çekinmeyin. Bu kaçamak değildir; bu vücudunuzla birlikte hareket etmek ve vücudunuza saygı duymak demektir. Unutmayın, vücudunuz kendini, bizim zekamızla ve bilimle tanıyabileceğimizden çok daha iyi tanır. 

Ayrıca vücudunuzun besin ihtiyaçlarının daima değiştiğini de unutmayın. Bu yüzden, yemeklere duyduğunuz arzu da sürekli olarak değişecektir: Kahvaltıda son derece keyifli gelen bir yiyecek öğle yemeğinde çekici gelmeyebilir, öğleden sonra çok lezzetli bulduğunuz bir yemek akşam yemeğinde yavan gelebilir. Tüm bu duygular geçerli duygulardır ve bu duygulara kulak vermek gerekir! Eşsiz bir birey olduğunuzu unutmayın, bu yüzden masadaki bir kişi için uygun olan sizin için hiç uygun olmayabilir. 

GAPS diyetindeyken bunu çocuklara nasıl uygularız? 

Ebeveyn olarak, çocuklarımız için kararlar vermemiz gerekir. GAPS’li çocukların koku alma, tat alma ve yemek arzulama duyuları değişmiştir, kendilerine zarar veren birçok yiyeceği şiddetli bir şekilde isteyebilirler ve bu yiyeceklere bağımlı olabilirler. Genellikle işlenmiş besinlere şiddetli bir şekilde istenir ve bağımlılık yaratır; GAPS Beslenme Protokolüne başlarken, işlenmiş tüm besinlerden uzaklaşacağız, sonuç olarak çocuğunuz her türlü semptomla (davranışsal ve fiziksel) bir çekilme dönemi yaşamaya başlar. Çocuğun bu zor dönemi geçirebilmesine yardımcı olmak için ebeveynlerin bunu anlaması önemlidir. Çocuğunuzun vücudu hastalıklı bir metabolik durumda takılıp kalır, bu nedenle bu durumu koruyabilmek için belli sağlıksız besinleri talep eder. 

Bu nedenle, bu hastalıklı metabolik durumu korumak istemiyorsak, çocuğun bu besinleri almasına izin vermememiz gerekir. Çocuğun vücudunu sağlıklı bir metabolik duruma geçirmek zaman ve çaba gerektirecektir, GAPS Beslenme Programı bunu sizin için yapacaktır. Bu nedenle, GAPS diyetinde izin verilen besinlerin yer aldığı listeye uyun. Ancak, bu liste içerisinde çocuğun bir seçim yapabilmesi için yeteri kadar fazla besin çeşidi sunmaya gayret edin (geri çekilme durumu aşağı yukarı bitene kadar). Çocuğunuzun arzulama, koku alma, tat alma ve tatmin olma duyularını kullanmaya başlaması önemlidir. Çocuğunuzun bu duyuları kullanmayı öğrenmesi ve özellikle hastalıklı metabolik durumda bu duyular baskılandığı ve köreldiği için ilk olarak bunları keşfetmesi zaman alacaktır. 

Bu nedenle, evinizi GAPS besinleriyle doldurun ve çocuğa dilediğini seçme imkanı verin (tabi ki mantık çerçevesinde). Çocuğunuza besinleri dilediği şekilde deneme imkanı verin, elleriyle yiyebilir, soğuk veya sıcak olarak yiyebilir, yemek masasında yiyebilir veya bütün gün yavaş yavaş yiyebilir. Çocuğun (GAPS veya sağlıklı ‘normal’ bir şekilde gelişen çocuk) hayatının en başından itibaren yemekle sağlıklı bir ilişki geliştirmesi çok önemlidir Maalesef, Batı dünyasında çoğu durumda bu mümkün olmamaktadır. Batı dünyasında, çocuğun sofra adabı üzerinde dikkatli bir şekilde çalışırken, çocuğu için düzgün bir yemek hazırlamaya yeteri kadar gayret göstermeyen (mikrodalga fırında ısıttığı işlenmiş karışımları çocuğa yediren) anneleri görmek çok üzücü. Kalitesiz besin ve ‘yemeği’ en iyi sofra adabı ile yeme baskısı küçük bir çocuk bir tarafa herhangi bir kişiyi yemekten soğutur! Çocuğun ihtiyaç duyduğu lezzetli, doğal, sağlıklı besinlerle ilgili normal duyular geliştirebilmesi için, çocuğa yemeği kendi isteğine göre keşfetme fırsatını vermek gerekir (elleriyle yemesi, dağıtması, yemekten keyif alması). Çocuğun hayatının geri kalanında vücuduna iyi gelecek arzulama, koku alma, tat alma ve yemekten tatmin olma duyularını geliştirmeye fırsat tanıdıktan sonra sofra adabı geliştirilebilir. 

Sonuç: Doğa Ananın insan vücudunu tasarlaması milyarlarca yıl sürdü, insan inanılmaz derecede zeki bir yaratık! Bu evrendeki doğal besinler de aynı süre zarfında tasarlandı, içsel zekanız bunların bileşimini iyi tanıyor, belli ihtiyaçlar için hangi besinleri seçmesi gerektiğini iyi biliyor. Tek yapmamız gereken bu zekaya saygıyla yaklaşmak. Kararlarınızda size rehberlik etmesi için koku alma, tat alma, arzulama ve tatmin olma duyularınızdan faydalanın. Bu duyular ne zaman yemek yemeniz gerektiğini, hangi besinleri yemeniz gerektiğini ve hangi kombinasyonları tüketmeniz gerektiğini size söyleyecektir. Unutmayın. Eşsizsiniz, komşunuza uygun olan size hiç uygun olmayabilir.

Resim
X