Kategoriler

Bağırsak Sağlığı ve Bütünlüğü

Tıbbın kurucusu Hipokrat bundan binlerce yıl önce; “Bütün hastalıklar bağırsakta başlar. Bağırsak hasta ise vücudun geri kalanı da hastadır.” diyerek bağırsakların ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır. Hipokrat’ın yıllar önce dikkatimizi çektiği ve bütün hastalıklara kaynaklık eden bağırsaklar nedense hep unutulmuş. Oysa bağırsakların sağlıklı olması demek, en hayati organ olan beyin ve kalp başta olmak üzere tüm organların ve sistemlerin de sağlıklı olması demektir.

Nobel ödüllü Mikrobiyolog İlya Meçnikov’un “Ölüm bağırsakta başlar” sözleri, ölümün geldiği organın beyin veya kalp değil, ölümün geldiği ilk organın bağırsaklar olduğunu vurgulamıştır. Bazı Uzakdoğu geleneklerinin hara-kiri ile hayata son vermeyi “ölümün geldiği organlardan, ölümü başlatmak...” olarak tanımlamasının sebebi de aynı gerçeklik. İbn-i Sina da “Can bağırsaktadır” derken, mutlaka aynı şeyleri anlatmak istiyordu. 

Bu denli önemli olan bağırsakları; sağlığın, canlılığın göstergesi olan bu hayati organları hep unuttuk veya unutmamıza neden oldular. Karnımızın derinliklerindeki bu önemli organdan sadece gazımız olduğunda, ishal veya kabız olduğumuzda haberdar oluyorduk. Ve bu organların en büyük fonksiyonlarından biri olan kalın bağırsaklardan dışkının atımı hep bize iğrenç ve tiksindirici gelmiştir. Oysa her gün düzenli dışkılayabilme, bağırsakları düzenli olarak boşaltabilme son derece önemli bir sağlık göstergesiymiş. Hele sağlıklı insanların dışkı özelliğine de sahipseniz ne mutlu size. 

Son yıllarda bilim dünyasından gelen bir ses, yine bilim dünyasını sarstı. New York Columbia Üniversitesi’nde görevli nörobilimci, anatomi ve hücre biyolojisi uzmanı Prof. Dr. Michael Gershon bağırsaklara ‘İkinci Beyin’ diyordu. 1998 yılında yayımlanan “The Second Brain (İkinci Beyin)” adlı çığır açan bu kitabında bağırsakların hücre tiplerinin, etken maddeleri ve reseptörlerinin beynin bir kopyası olduğunu yazıyordu. Gershon, beyinde üretildiğini sandığımız serotonin, dopamin, noradrenalin gibi nörotransmitterlerin üretildiği yerin bağırsaklar olduğunu söylüyordu! 

Bugün artık her yerde bağırsakla ilgili bir makale veya kitap yayımlandığına tanık oluyoruz. Probiyotikler, bağırsaklar vb. konular için sempozyumlar düzenleniyor, konferans ve seminerler veriliyor, birbiri ardından kitaplar çıkıyor, televizyon programları yapılıyor, haber kanallarında yer veriliyor, gazetelerin sağlıkla ilgili köşelerinde yer alıyor. Son derece geç kalınsa da bunlar çok önemli gelişmeler. Nöroloji ve beslenme doktoru Dr. Natasha Campbell-McBride, otizm tanısı konulan oğlunu iyileştirmek için yaptığı araştırmalar sırasında bağırsaklarla beyin arasında ilişki olduğunu 20 yıl önce keşfetmiştir. Nöroloji doktoru olarak, beyinle sindirim sistemi ve beslenme arasında ilişki olduğunu fark edip, bu konuda araştırmalar yaptığı bir dönemde; oğluna otizm teşhisi konulması büyük bir tesadüftür. Üstelik o yıllarda otizmden iyileşen hiçbir vaka da görülmemiş veya bilinmiyordu. Çevresindeki doktor arkadaşları otizmin tedavisi olmayan bir hastalık olduğu konusunda inandırmaya çalışsalar da, Dr. Natasha Campbell-McBride asla bu gerçeği kabul etmemiştir. Ona göre iyileştirilemeyen bir hastalık yoktur. Çok şükür ki böylesi inatçı doktor bir anne, vizyonu olan araştırmacı bilim kadını sayesinde; sadece otizmin çaresi değil, bağırsak kaynaklı yüzlerce kronik hastalığın da çaresi bulunmuştur. 

GAPS Kitabından, bağırsak sağlığı ve bütünlüğü konusunda sizin için sectiğimiz bölümler, bağırsaklar hakkında yeterli bilgi verecektir. 

"İnsan vücudu, çok fazla sayıda çeşitli mikro yaratıkların yaşadığı bir gezegen gibidir. Her birimizdeki hayatın çeşitliliği ve zenginliği, herhalde dünya üzerindeki hayat kadar şaşırtıcıdır! Sindirim sistemi, cilt, gözler, solunum ve boşaltım organları, trilyonlarca görülmez misafirle beraber mutlu bir şekilde varlığını sürdürür. Hep birlikte, uyum içinde yaşayan bir makro ve mikro yaşam ekosistemi oluştururlar. Bu simbiyotik bir ilişkidir, hiçbiri diğeri olmadan var olamaz. Biz insanlar, vücudumuzla birlikte her yere götürdüğümüz bu küçük mikro organizmalar olmadan yaşayamayız. En büyük mikrop kolonisi sindirim sistemimizde yaşar. Sağlıklı bir yetişkinin bağırsağında ortalama 1,5 - 2 kg. bakteri bulunur. Bütün bu bakteriler kaotik bir mikrop yığınından ibaret değildir. Bazı türlerin diğerlerine baskın olduğu ve yönettiği oldukça organize bir mikro dünya oluştururlar. Vücudumuzdaki işlevleri bizler için o kadar yaşamsaldır ki, bağırsaklarımız sterilize edilseydi herhalde hayatta kalamazdık. Sağlıklı bir vücutta bu mikrobik dünya oldukça istikrarlıdır ve ortam değişikliklerine uyum gösterir. Bu dünyada kim kimdir, bir göz atalım. Bağırsak mikro-florası üç gruba ayrılabilir: 

Esas veya faydalı flora: 

En önemli ve sağlıklı bir vücutta sayıca en büyük grup budur. Bu bakterilere, yerli dost bakteriler de denir. Bu grubun asil üyeleri Bifidobacteria, Lactobacteria, Propionobacteria, E. coli’nin fizyolojik nesilleri, Peptostreptococci ve Enterococci’dir. Vücutlarımızda ne gibi iyi işler yaptıklarına detaylarıyla değineceğiz. Fırsatçı flora: 

Sayı ve kombinasyonları oldukça kişisel olabilen çeşitli mikroplardan oluşmuş büyük bir gruptur. Bacteroids, Peptococci, Staphylococci, Streptococci, Bacilli, Clostridia, Enterobacteria (Proteus, Clebsielli, Citrobacteria vb.), Fuzobacteria, Eubacteria, Catenobacteria ve mayalar bu gruptandır. İnsan bağırsağında, şu ana kadar bilimin bulduğu ortalama 500 mikrop türü vardır. Sağlıklı bir insanda sayıları sınırlıdır ve yararlı bakteriler tarafından kontrol edilirler. Bu mikropların her biri, kontrolden çıktığında çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilecek kapasitededir. Geçici flora: 

Günlük olarak yiyecek ve içeceklerle aldığımız, genellikle mayalama özelliği olmayan gram-negatif basillerden oluşan çeşitli türlerde mikroplardır. Bağırsak faydalı bakteriler tarafından iyi korunduğunda, bu gruptan mikroplar sindirim sistemi boyunca ilerlerken hiçbir zarar veremez. Ama faydalı flora hasar görmüşse veya işlevini iyi bir şekilde yerine getiremiyorsa, bu gruptan mikroplar hastalığa yol açabilir. 

Sağlıklı floraya sahip iyi işleyen bir bağırsak, sağlığımızın temelidir. Tıpkı kökleri hasta bir ağacın gelişemeyeceği gibi, iyi işleyen bir sindirim sisteminden mahrum bir vücut da gelişemez. Bağırsaktaki bakteri nüfusu yani bağırsak florası, kökleri saran toprak gibidir. Ona yaşama alanı, koruma, destek ve gıda sağlar. Biliyoruz ki, bir ağacın toprağın altındaki gizli, görünmeyen kökleri; ağaçtaki her dalın, her sürgünün, ne kadar yüksek bir dalda olursa olsun en küçük yaprağın bile sağlığında kritik rol oynar. 

Patojen mikroplar son derece güçlü ve yüksek miktarlarda toksin üretirler. Sağlıklı bağırsak floramızın; pek çok toksik maddeyi etkisiz hale getirme, histamini etkisizleştirme, ağır metallerle diğer zehirleri şelatlama (bağlama, kıskaca alma) yeteneği vardır. Yararlı bakterilerin hücre duvarları, pek çok kanserojen maddeyi emerek etkisiz hale getirir. Ayrıca kanser oluşumunun temeli olan hiperplastik süreci bastırır. Eğer bağırsaktaki faydalı bakteriler hasar görmüşse ve görevlerini gerektiği gibi yerine getiremiyorlarsa, “şehrin duvarları” iyi korunamıyor demektir. GAPS’lı bağırsakta tipik durum böyledir. Korumasız kalan bağırsak duvarı her türlü saldırıya açıktır. Çevreden veya aşılardan alınan bir virüs, Candida albicans gibi yaygın bir mantar, çeşitli bakteri ve parazitler, toksik maddeler, sindirim sistemimize zarar verebilir ve bağırsak duvarlarında kronik iltihaba sebep olabilir. 

Bütün bunların üstüne, görevini yerine getiremeyen bağırsak florası yüzünden bağırsak duvarı sadece savunmasız değil, aynı zamanda gıdasız da kalır. Normal bağırsak florası, sindirim yolunu kaplayan hücreler için temel enerji ve besin kaynağıdır. Bağırsak epitelinde yaşayan yararlı bakteriler, gelen yiyecekleri sindirir ve onları bağırsak astarı için besleyici maddeler haline getirirler. Aslında bağırsak epitelinin, enerjisinin % 60-70’ini bakteri aktivitelerinden sağladığı tahmin ediliyor. Bağırsak florası hasar gördüğünde beslenme yetersizliği de soruna eklenir. Böylece bağırsak duvarının yapısında başlayan dejeneratif değişim döngüsü, zamanla bağırsağın besinleri sindirim ve emilim kabiliyetini de olumsuz etkiler. 

Sindirim sistemine sahip olmanın amacı, yiyeceklerin sindirilip emilmesidir. Bilimsel ve klinik deneyimler; sağlıklı bir bağırsak florası olmaksızın, sindirim sisteminin bu fonksiyonlarının yeterince çalışmadığını gösteriyor. Süt proteini olan kazein ve buğday proteini olan glütenin iki aşamada gerçekleşmesi gereken sindirimi tamamlanamaz ve sonuç olarak kazomorfinler ve glütenomorfinler, hiç değişmeden kana karışır ve vücutta problemlere yol açar, özellikle de beyin ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarını bozarlar. Bu alanda otizm, şizofreni, DEHB, psikoz, depresyon ve otoimmün bozukluk hastaları üzerinde çok sayıda araştırma yapıldı. Bu araştırmalar, hastaların vücutlarında yüksek miktarda kazomorfin ve glütenomorfin bulunduğunu gösteriyor. Demek oluyor ki hastaların bağırsak duvarı, bu maddelerin tam sindirimini gerçekleştirecek kadar sağlıklı değil. Klinik deneyimlere göre çoğu GAPS hastası, bağırsak florası iyileştiğinde makul miktarlarda kazein ve glüteni sorunsuzca sindirebiliyor. 

Sağlıklı bağırsak florası, bağırsak duvarının sağlığını korumak dışında sindirim ve emilim işlemlerinde de aktif rol oynar. Hal böyleyken, dengeli bir bağırsak florası olmadığı takdirde, yiyeceklerin normal sindirimi ve emilimi imkânsızdır. Bağırsak florası proteinleri sindirir, karbonhidratları fermente eder, yağları ve lifleri parçalar. Bağırsaktaki bakteri faaliyetlerinin yan ürünleri; mineral, vitamin, su, gaz ve pek çok diğer besini bağırsak duvarından kan dolaşımına taşımakta çok önemli rol oynar. Bağırsak florası hasar görmüşse, dünyanın en iyi besinleri bile parçalanıp emilemez. 

Yiyeceklerin içindeki bazı maddeler, yararlı bakterilerin yardımı olmaksızın insan bağırsağında sindirilemez. Gıdasal lifler buna iyi bir örnektir. Sağlıklı bir florası olan bağırsakta lifler, kısmi olarak parçalanıp oligosakkaridlere, amino asitlere, minerallere, organik asitlere, bağırsak duvarını ve vücudun geri kalanını besleyecek diğer faydalı besinlere dönüştürülür. Vücutta tüm faydalı fonksiyonların gerçekleşmesi, bakterilerin lifler üzerindeki çalışmasına bağlıdır. Ve bu iyi bakteriler hasar görüp lifler üzerinde çalışamaz hale gelirse, lifler kendi başlarına sindirim sistemi için tehlikeli hale gelir; kötü patojen bakteriler için uygun bir yaşam alanı oluşturur ve bağırsak duvarında iltihaplanmayı yükseltir. 

Bağırsaklarımızdaki iyi bakteriler olmadan çoğumuzun sindiremeyeceği, liflerden başka bir madde daha var. Bu madde laktoz adı verilen süt şekeridir. Çoğu kişinin laktozu tolare edemediği bilinen bir gerçektir. Yani, bu kişiler sütü sindiremezler. Çoğu GAPS’lı çocuk ve yetişkin bu gruptadır. Anormal bağırsak florasına sahip kişilerin çoğunda çeşitli seviyelerde anemi görülür. Bu hiç de şaşırtıcı değildir. Bu kişiler, yiyeceklerden kan için gerekli vitamin ve mineralleri ememedikleri gibi, kendi vitamin üretimleri de hasarlıdır. 

Gördüğüm GAPS hastalarının çoğu solgun görünümlü ve kan testleri aneminin tipik belirtilerini işaret ediyor. Bu hastaların çoğuna doktorlar tarafından demir tabletleri reçete ediliyor. Ama aneminin tedavisi için demir tabletlerinden çok daha fazlası gereklidir. Vücudun sağlıklı kan için; magnezyum, bakır, manganez, iyot, çinko, B1, B2, B3, B6, B12, C, A, D vitaminleri, folik asit, pantotenik asit ve pek çok amino aside ihtiyacı vardır. Dünya genelinde yapılan çok sayıda araştırma, sadece demir desteği vermenin anemiyi tedavi etmediğini gösteriyor. Doktorların hala anemi hastalarına demir reçete ettiğini görmek beni üzüyor. Demir desteğinin, demir seven patojen bakteri üremesini artırarak yol açtığı pek çok yan etki var. Ayrıca demir besin destekleri, GAPS hastalarında zaten çok hassas ve iltihaplı olan bağırsak astarındaki hücreleri de olumsuz etkiliyor. Anormal bağırsak florasına sahip kişilerde, bahsettiğimiz bütün bu faktörlere bağlı olarak çoklu besin eksiklikleri ortaya çıkıyor. GAPS hastalarına yapılan testlerde çok sayıda önemli vitamin, mineral, temel yağlar, amino asitler ve diğer besinlerin eksikliği tipik olarak görülüyor. 

GAPS’lı hastaların bağışıklık sistemi sürekli risk altındadır. Bağışıklık durumlarını test ettiğimizde diğer immunoglobulinlerin sayısı artabilirken, bazı immunoglobulinlerin bu hastalarda eksik olduğunu görürüz. Bağışıklık sisteminin tamamında, çeşitli hücrelerinde, enzimlerinde ve diğer kısımlarında zayıflama yaygındır. Sindirim sisteminin sayısız bakteriyle kaplı epitel yüzeyi, hem sistemik hem mukozal bağışıklığın beşiği olarak tanımlanıyor. Bebekler olgunlaşmamış bir bağışıklık sistemiyle dünyaya geliyorlar. Bebeğin bağışıklık sisteminin olgunlaşmasında sindirim yolundaki sağlıklı bakteri florası hayati rol oynuyor. Hayatının ilk 20 gününde dengeli bir bağırsak florası oluşmazsa, bebeğin bağışıklığı tehlikelere açık hale geliyor. Bağırsak duvarı epitelinde yaşayan yararlı bakterilerin bağışıklığı düzenlemek için çok çeşitli yöntemleri var. 

Sindirim sistemimizdeki temel veya yararlı bakteriler, bağışıklık sisteminin bağırsak duvarında yaşayan çok önemli bir üyesini, lenfoid dokuyu harekete geçirir ve yüksek miktarlarda lenfosit ve immunoglobulin üretilmesini sağlar. Bağırsak duvarındaki lenfositler, immunoglobulin üretirler. Bunların arasında en önemlisi Sekretuvar Immunoglobulin A’dır (IgA). Sekretuvar IgA, vücuttaki bütün mukus zarlarında lenfositler tarafından üretilen ve vücut salgılarıyla atılan bir maddedir. Solunum yolu, burun, boğaz, idrar kesesi, idrar yolu, vajina, tükürük, gözyaşı, ter, doğumdan sonraki ilk süt, anne sütü ve elbette sindirim sistemi ile salgılarının mukus zarlarında bulunur. Görevi; işgalci bakterileri, virüsleri, mantar ve parazitleri parçalayıp etkisiz hale getirerek mukus zarlarını korumaktır. 

Bütün olarak baktığımızda, bağırsak florasının durumunun bağışıklık sisteminin doğru çalışması üzerindeki etkisini ne kadar vurgulasak abartmış olmayız. Bağışıklığımızın % 80-85’inin bağırsak duvarında yaşadığı tahmin ediliyor. Bakteri tabakasıyla kaplı bağırsak duvarı, bağışıklık sisteminin sağ kolu olarak nitelendirilebilir. Bakteri tabakası zarar görürse veya daha da kötüsü anormalleşirse, kişinin bağışıklık sistemi sağ elini kullanmadan çalışıyor demektir. Geçtiğimiz bölümde, bağırsak florası anormalleşen kişilerde gelişen çeşitli besin eksikliklerini detaylarıyla ele aldık. Bağışıklık sistemi sürekli beslenmezse çalışamaz. İşini yapması için en iyi bilinen vitamin ve minerallere, amino asitlere ve yağlara ihtiyacı vardır. GAPS hastaları anormal sindirim ve emilime bağlı olarak pek çok besinin eksikliğini yaşarlar. Bu yüzden bağışıklık sistemleri sadece dengesini kaybetmez, aynı zamanda yetersiz beslenir. Bunlar yetmezmiş gibi anormal bakteri florası olan bir vücudun bağışıklık sistemi, çoğunun bağışıklığa doğrudan yıkıcı etkisi olan toksik maddelere açık hale gelir. Bu toksinler, GAPS hastasının bağırsağında ve vücudunun diğer yerlerinde yararlı bakterilerin kontrolü olmaksızın mutlu bir şekilde yaşayan fırsatçı mikroplardan yayılırlar. Bağırsak florası anormal olduğunda bağırsak duvarı hasarlı ve sızıntılı hale gelir. İşgalciler ve sindirilmemiş yiyecekler, bağırsağın hasar görmüş epitel bariyerinden durmaksızın geçer. Yetersiz beslenmiş, zayıf, dengesi kaybolmuş ve toksinlenmiş olan bağışıklık sistemi bütün bunlarla ilgilenmek zorunda kalır. 

Bağırsak Florasına Neler Zarar Verir? 

Bağırsak floramızın sürekli olarak karşı karşıya kaldığı tehlikelere bir bakalım. 

Antibiyotikler: Penisilinler, Tetrasiklinler, Aminoglikozitler, Antifungal (anti-mantar) antibiyotikler. Antibiyotiklerin sadece bağırsakta değil, vücuttaki diğer organlarda ve dokularda yaşayan yararlı bakteriler üzerinde de yok edici etkisi vardır. Modern dünyada, bu faktörlerin çoğundan kaçmak imkânsızdır. Antibiyotikler; bakteri, virüs ve mantarları iyi huyludan kötü huyluya dönüştürür ve dokulara saldırıp hastalık yaratma yeteneği kazandırır. Antibiyotikler, bakterileri antibiyotiklere dayanıklı hale getirir. 

Diğer ilaçlar: Ağrı kesici ve analjezikler, steroid ilaçlar, doğum kontrol hapları, uyku hapları, mide ekşimesine karşı verilen ilaçlar, sinir yatıştırıcı ilaçlar. 

Beslenme: İşlenmiş ve şekerli karbonhidratların tüketilmesi, bebeklerin biberonla beslenmesi, uzun süre oruç tutmak, aç kalmak ve aşırı yemek. 

Hastalıklar: Tifo, kolera, dizanteri, salmonella gibi bulaşıcı hastalıklar ve bazı virüs enfeksiyonları, ameliyat, kemoterapi, hormon tedavisi ve radyoterapi. 

Stres: Uzun süreli fiziksel veya psikolojik stres. 

Diğer faktörler: Fiziksel yorgunluk, ileri yaş, alkol, kirlilik, toksik maddelere maruz kalmak, mevsimsel faktörler, iyonlaştırıcı radyasyona maruz kalmak ve sert iklimler. 

Modern dünyada, bu faktörlerin çoğundan kaçmak imkânsızdır. Her birimizin bağırsağı kendine has bir mikrop karışımıyla doludur. İlaçlar ve saydığımız diğer faktörlerin etkisiyle bu bağırsak florası, her birimizde kendine has bir şekilde değişir, hepimiz farklı sağlık sorunlarına yatkın hale geliriz. Bu süreç önceden kestirilemez. Bilim, bağırsak anormalliklerini tedavi etmek bir yana, henüz bağırsaktaki mikropların hepsini test edecek güvenilir bir yöntem geliştiremedi. Her yeni doğan bebek bağırsak florasını annesinden aldıkça, floradaki hasar da nesilden nesile aktarılıyor ve giderek şiddetleniyor. Bunu, anormal bağırsak florası sorunlarının nesiller içinde daha ciddi hale gelmesinden anlıyoruz." 

Dr.Natasha Campbell-McBride

Resim
X